17 Mayıs 2025 Cumartesi

Hristiyanlık Sonradan İcat Edilmiş Bir Din Mi?

 


Giriş

Hristiyanlık, günümüzde yaklaşık 2.4 milyar inananıyla dünyanın en yaygın dinlerinden biridir. Ancak bu dinin tarihsel kökenleri ne ölçüde gerçeklerle örtüşmektedir? Bazı araştırmacılar, Hristiyanlığın Hz. İsa’nın ölümünden sonra zamanla şekillenmiş, özellikle Roma İmparatorluğu’nun siyasi ihtiyaçları doğrultusunda sistemleştirilmiş bir yapı kazandığını savunmaktadır. Bu makalede, Hristiyanlığın ortaya çıkış süreci, geçirdiği tarihsel evrim ve ilahi kökenli bir vahiy mi yoksa insan eliyle inşa edilmiş bir inanç sistemi mi olduğu sorusu ele alınacaktır.


1. Hz. İsa Gerçekte Kimdi?

Hristiyan inancının merkezinde, Hz. İsa (Jesus Christ) figürü yer almaktadır. Tarihsel belgeler, İsa’nın Roma İmparatorluğu’na bağlı Yahudiye eyaletinde (bugünkü İsrail/Filistin toprakları) yaşamış bir Yahudi vaiz olduğunu göstermektedir. Yahudi dini otoritelerinin katı kurallarını sorgulayan, alt sınıfların yanında duran ve "Tanrı’nın Krallığı"nın yakın olduğunu müjdeleyen bir figür olarak tanınır.

İsa’nın kendisinin yeni bir din kurma amacı taşıdığına dair herhangi bir tarihsel kanıt yoktur. Aksine, mevcut dini yapıyı reforme etmeye çalıştığı ve yalnızca Yahudi halkına hitap ettiği görülmektedir. Nitekim Matta İncili'nde şu ifadelere yer verilir:

“Ben yalnızca İsrail evinin kaybolmuş koyunlarına gönderildim.” (Matta 15:24)

Peki, İsa'nın bu dar kapsamlı ve reformist öğretisi nasıl oldu da evrensel bir dine dönüştü?


2. Pavlus: Hristiyanlığın Gerçek Kurucusu mu?

Hristiyanlığın kurumsallaşmasında en kritik figür, Hz. İsa’yı hiç görmemiş olan Pavlus (St. Paul) olmuştur. Başlangıçta Hristiyanlara zulmeden bir Yahudi olan Pavlus, bir vizyon gördüğünü öne sürerek İsa’nın havarisi olduğunu ilan etti.

Pavlus’un öğretisi İsa’nın mesajını radikal biçimde değiştirdi:

  • İsa’yı "Tanrı’nın Oğlu" ve insanlığın kurtarıcısı olarak tanımladı.

  • Yahudi şeriatının kurallarını (örneğin sünnet ve domuz eti yasağı) Hristiyanlar için geçersiz kıldı.

  • İsa’nın çarmıhta ölümünü, tüm insanlığın günahları için bir kurban olarak yorumladı.

Bu dönüşüm, Hristiyanlığın Yahudilikten ayrılarak evrensel bir dine dönüşmesini sağladı. Ancak bu aynı zamanda İsa’nın orijinal mesajından ciddi bir sapmayı da beraberinde getirdi.

Pavlus Kimdi ve Hristiyanlara Neden Zulmetti?

Asıl adı Saul olan Pavlus, MS 5-10 yılları arasında bugünkü Türkiye sınırlarında yer alan Tarsus’ta doğdu. Katı bir Yahudi mezhebi olan Ferisiler'e bağlıydı ve Roma vatandaşıydı.

Hristiyanlara karşı tavrının nedeni, ilk Hristiyanların İsa’yı "Tanrı’nın Oğlu" olarak ilan etmesi ve bu iddianın Yahudi inançlarına göre küfür sayılmasıydı. Nitekim:

  • Elçilerin İşleri 8:1-3: Pavlus’un Hristiyanları tutuklattığı yazılıdır.

  • Elçilerin İşleri 9:1-2: Şam’daki Hristiyanları yakalamak için yetki aldığı anlatılır.

Şam Yolundaki Vizyon: Dönüm Noktası mı, Taktik mi?

Pavlus’un hayatı, Şam’a giderken bir ışık görüp İsa’nın sesini duyduğunu iddia etmesiyle değişti:

“Saul, Saul, neden bana zulmediyorsun?” (Elçilerin İşleri 9:3-9)

Geçici olarak kör olan Pavlus, bir Hristiyan olan Ananias tarafından iyileştirildi ve ardından kendisini İsa’nın elçisi ilan etti.

Bu olayın doğası tartışmalıdır:

  • Tıbbi açıdan: Epilepsi, migren veya psikolojik bir halüsinasyon olabilir.

  • Siyasi açıdan: Yayılmakta olan Hristiyanlığı içeriden yönlendirme stratejisi olabilir.

Pavlus’un Etkisi ve Çatışmalar

Pavlus’un doktrinleri, İsa’nın gerçek havarileriyle çelişmiştir:

  • Galatyalılar 2:11-14: Havarilerden Petrus’un, Pavlus’u doğru yoldan sapmakla suçladığı ifade edilir.

  • Pavlus’un "Yahudi olmayanlar için din" vizyonu, Hristiyanlığı evrenselleştirmiş ancak İsa’nın özgün öğretisini dönüştürmüştür.


3. İncillerin Yazımı ve Çelişkileri

Yeni Ahit’teki dört İncil (Matta, Markos, Luka, Yuhanna), İsa’nın ölümünden yaklaşık 30 ila 70 yıl sonra kaleme alınmıştır. Bu metinler hem içerik hem de mesaj açısından önemli farklılıklar gösterir:

İsa’nın Soyu

  • Matta İncili (1:1-16): İsa’nın soyu Davut’a ve İbrahim’e kadar uzanır.

  • Luka İncili (3:23-38): Soy ağacı Adem’e kadar geri gider.

→ İki listede yer alan isimler farklıdır; bu da anlatıların dini amaçlarla kurgulanmış olabileceğine işaret eder.

Doğum Hikayeleri

KonuMatta İnciliLuka İncili
Ailenin Yaşadığı YerBeytlehemNasıra
Doğumdan Sonra Nereye Gittiler?Mısır’a kaçtılarDoğrudan Nasıra’ya döndüler
ZiyaretçilerMecusiler (üç bilge)Çobanlar
Yıldız MucizesiEvetHayır

→ Temel unsurlarda dahi çelişkiler vardır.

İsa’nın Son Sözleri

  • Markos 15:34: “Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?”

  • Luka 23:46: “Baba, ruhumu ellerine bırakıyorum.”

  • Yuhanna 19:30: “Tamamlandı!”

→ Farklı mesajlar, farklı teolojik hedeflere hizmet etmektedir.

Diriliş Anlatıları

İsa’nın dirilişine tanık olan kişiler İncil’e göre değişir:

İncilDirilişi Görenler
MattaMecdelli Meryem ve "diğer Meryem"
MarkosÜç kadın (Mecdelli Meryem, Meryem, Salome)
Lukaİsimsiz kadınlar, iki öğrenci, sonra havariler
YuhannaYalnızca Mecdelli Meryem, sonra havariler

→ Özellikle Markos 16:8, orijinal metnin diriliş anlatımı içermediğini gösterir. 16:9-20 arası sonradan eklenmiş bölümdür ve en eski el yazmalarında yer almaz (örneğin Codex Sinaiticus ve Codex Vaticanus). Bu durum, metinlerin zamanla "düzenlendiğini" düşündürmektedir.

Mucizelerdeki Farklılıklar

  • Kör Adam Mucizesi: Markos’ta iki aşamada, Matta ve Luka’da farklı biçimde aktarılır.

  • Beş Bin Kişinin Doyurulması: Dört İncil’de anlatılsa da detaylarda (örneğin balık cinsi) çelişkiler mevcuttur.


4. Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlığı Benimsemesi

İlk dönemlerinde yasaklanan ve takipçileri zulme uğrayan Hristiyanlık, MS 313’te İmparator Konstantin’in Milano Fermanı ile serbest bırakıldı; MS 380’de İmparator Theodosius döneminde resmi din haline geldi.

Roma'nın Hristiyanlığı Neden Benimsediği?

  • Çok tanrılı pagan inancı, imparatorluğu birleştirmekte yetersiz kalıyordu.

  • Tek tanrılı, merkezi bir inanç sistemi, imparatorluk düzeni için daha elverişliydi.

  • MS 325’te toplanan İznik Konsili’nde İsa’nın tanrısallığı tartışılarak resmi öğreti haline getirildi.

Sonuç olarak, Hristiyanlık bir inanç sisteminden çok, Roma’nın siyasi projesi hâline geldi.


5. Sonuç: Hristiyanlık İlahi mi, İnsan Yapımı mı?

İncillerdeki Çelişkiler Neyi Gösteriyor?

  • İnciller, İsa’dan onlarca yıl sonra yazıldı; sözlü aktarım sürecinde değişmiş olabilir.

  • Farklı yazarlar, farklı topluluklara hitap etmiştir:

    • Matta: Yahudi okuyucular

    • Luka: Roma vatandaşları

    • Yuhanna: Teolojik derinlik ve tanrısallık vurgusu

Kilise Müdahaleleri

  • Barnabas gibi bazı İnciller yasaklandı.

  • Kanon, siyasi ve teolojik gerekçelerle belirlendi.

Hristiyanlığın Evrimi

  • Başlangıçta Yahudi bir reform hareketiydi.

  • Pavlus’un teolojik yorumu ve Roma’nın siyasi müdahalesiyle evrenselleşti.

  • Üçleme inancı, İsa’dan yüzyıllar sonra resmi hale getirildi.

  • Noel ve Paskalya gibi bayramlar, pagan geleneklerinden uyarlanmıştır.

Genel Değerlendirme

Hristiyanlık, tek bir ilahi vahyin sonucu olmaktan çok, tarihsel, kültürel ve siyasi süreçler sonucu şekillenmiş bir dindir. Bu durum, onun "insan yapımı" bir inanç sistemi olduğu yönündeki eleştirel yaklaşımları güçlendirmektedir.

Not: Bu çalışma, Hristiyanlığın tarihsel gelişimine yönelik eleştirel bir perspektif sunmaktadır. Elbette inananlar açısından dinin manevi ve ruhsal değeri tartışmasızdır. Ancak tarihsel analizler, dinlerin nasıl şekillendiğini ve evrildiğini anlamak açısından büyük önem taşır.


27 Nisan 2025 Pazar

Tevrat’ın Tarihselliği ve Arkeolojik Gerçekler: Kutsal Metin mi, İnşa Edilmiş Mitos mu?

 



Tevrat, Yahudi inancının temelini oluşturan kutsal bir metin olarak kabul edilir. İçerdiği anlatılar, İsrailoğulları’nın kökenlerini, Mısır’dan çıkışlarını, çöldeki yolculuklarını ve nihayetinde Kenan topraklarını fethini detaylı bir şekilde aktarır. Ancak bu anlatıların tarihsel gerçeklerle ne kadar örtüştüğü, özellikle arkeoloji ve modern tarih araştırmalarının gelişmesiyle birlikte ciddi şekilde sorgulanır hale gelmiştir. 

Arkeolojik bulgular, Tevrat’taki fetih hikayelerinin gerçek olaylara dayanmadığını, daha sonraki dönemlerde siyasi ve dini amaçlarla oluşturulmuş bir milli mitos olduğunu ortaya koymaktadır. Tevrat’ın Yeşu Kitabı’na göre, İsrailoğulları Yeşu önderliğinde Kenan topraklarını yedi yıl gibi kısa bir sürede fethetmiş, Eriha’nın surları tanrısal bir mucizeyle yıkılmış, Ay ve Hazor gibi önemli şehirler tamamen yakılıp yıkılmıştır. Ancak arkeolojik kazılar, bu anlatıların hiçbirinin gerçek olmadığını gösteriyor. Örneğin, Eriha’nın (Jericho) surlarının Yeşu döneminde (MÖ 13-12. yüzyıl) yıkıldığına dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Aksine, Eriha’nın büyük bir yıkım geçirdiği dönem MÖ 16. yüzyıla denk gelir ve şehir, Tevrat’ta bahsedilen fetih zamanında ya terk edilmiş durumdaydı ya da çok küçük bir yerleşimdi. Benzer şekilde, Ay şehrinin o dönemde zaten var olmadığı, Hazor’un yıkımının ise Deniz Kavimleri veya iç çatışmalarla açıklanabileceği bilinmektedir.  Bu bulgular, Tevrat’taki mucizevi fetih anlatılarının tarihsel temelden yoksun olduğunu gösterir. Peki, eğer İsrailoğulları Kenan’ı fethetmediyse, bu toplum nasıl ortaya çıktı? Modern arkeoloji ve genetik çalışmalar, İsrailoğulları’nın dışarıdan gelen fatihler değil, Kenanlıların devamı olduğunu gösteriyor. DNA analizleri, İsrailoğulları’nın genetik olarak Kenanlılarla neredeyse aynı olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca, İbranice dilinin Kenan dilleriyle (Fenikece, Ugaritçe) büyük benzerlik göstermesi, kültürel sürekliliğin bir başka kanıtıdır. Bu veriler, İsrailoğulları’nın Kenan’da zaten var olan bir halkın devamı olduğunu, dışarıdan gelen istilacılar olmadığını gösterir. Kenan’daki sosyal ve siyasi dönüşüm, İsrailoğulları’nın ortaya çıkışını açıklamada önemli bir anahtardır. MÖ 1200 civarında, Bronz Çağı’nın çöküşüyle birlikte Kenan’daki büyük şehir devletleri yıkılmış, merkezi otorite zayıflamıştı. Bu kaos ortamında, kırsal kesimde yaşayan Kenanlı köylüler, şehirlerdeki baskıcı elitlere karşı ayaklanmış ve dağlık bölgelere (Samarya ve Yahudiye) çekilerek yeni bir toplum oluşturmuş olabilir. Bu teori, Norman Gottwald gibi bilim insanları tarafından savunulan “köylü isyanı” modeliyle örtüşmektedir. İsrailoğulları’nın YHWH (Yahve) dinini benimsemeleri de bu sürecin bir parçası olarak görülebilir. Bu din, Kenan’ın geleneksel tanrılarından ayrışarak, anti-sistemik ve eşitlikçi bir toplum ideali sunmuş olabilir. 

Tevrat’ın yazılış süreci de bu anlatıların tarihselliğini sorgulamak için önemli bir noktadır. Tevrat’ın büyük kısmının, MÖ 7. yüzyılda (Yahuda Kralı Yosiya dönemi) ve Babil Sürgünü sonrasında (MÖ 6-5. yüzyıl) derlendiği düşünülmektedir. Bu dönemlerde, Yahudi toplumunun siyasi ve dini kimlik arayışı içinde olduğu bilinmektedir. Tevrat’taki fetih anlatıları, sürgün edilen Yahudilere “vaat edilmiş toprak” fikrini aşılamak ve Pers/Babil egemenliğine karşı milli bir direniş ruhu oluşturmak amacıyla abartılmış olabilir. Özellikle Yeşu’nun fetihleri, Pers döneminde Yahudilerin Filistin’e dönüşünü meşrulaştırmak için kullanılan bir propaganda aracı haline gelmiş gibi görünmektedir. 

Sonuç olarak, Tevrat’taki fetih anlatıları tarihsel gerçeklerle uyuşmamaktadır. Arkeoloji, genetik ve tarihsel eleştiri, bu metinlerin gerçek olaylardan ziyade sonradan oluşturulmuş milli ve dini mitoslar olduğunu göstermektedir. Tevrat, bir tarih kitabı olarak değil, inanç ve kimlik inşası amacıyla yazılmış kutsal bir metin olarak değerlendirilmelidir. Bilimsel araştırmalar, kutsal metinlerin otoritesini sorgularken, tarihin gerçeklerini mitolojiden ayırmamız gerektiğini hatırlatmaktadır.

2 Şubat 2025 Pazar

Air America – CIA’in Uyuşturucu İmparatorluğu





Air America 1975’te resmen kapatıldı ancak bu kapanış gerçek miydi yoksa CIA bu operasyonu farklı isimlerle mi sürdürdü? Tarihsel bağlantılar ve belgelenmiş skandallar bu soruların cevaplarını derinleştiriyor.

1. Tarihsel Köken ve Şüpheli Dönüşüm

Air America başlangıçta Çin’deki komünist güçlere karşı mücadele amacıyla kuruldu. Soğuk Savaş döneminde ABD’nin Asya’daki çıkarlarını korumak için kullanılan hava yolu, Vietnam Savaşı sırasında lojistik destek sağladı. Ancak Alfred McCoy’un The Politics of Heroin in Southeast Asia (1972) adlı çalışması, Air America’nın Laos ve Kamboçya’daki gizli uçuşlarla “Altın Üçgen” (Myanmar, Laos, Tayland) bölgesinden eroin taşıdığını iddia ediyor. Bu iddialar CIA’in anti-komünist milisleri finanse etmek için uyuşturucu ticaretini kullandığı tezini destekliyor.

2. Kapanış ve Devamlılık Şüpheleri

1975’teki kapanış resmi bir son olarak sunulsa da eski pilotların anıları ve belgeler, uçak filosunun Civil Air Transport (CAT) ve Southern Air Transport gibi şirketlere devredildiğini gösteriyor. Örneğin 1980’lerde Nikaragua’daki Contra gerillalarını desteklemek için kullanılan hava yolları, Air America’nın operasyonel modelini andırıyor. Hatta İran-Kontra Skandalı sırasında CIA’in uyuşturucu ticareti yoluyla Contraları finanse ettiği ortaya çıktı. ABD Senatosu’nun 1989’daki Kerry Komitesi Raporu bu bağlantıyı doğruladı.

3. Anıt ve Sembolik Mesaj

1987’de eski CIA Direktörü William Colby’nin Air America için bir anıt dikmesi sorgulanabilir bir hareket. Tarihte hiçbir istihbarat teşkilatı “kapattığı” bir şirkete anıt dikmemiştir. Bu durum derin devlet varlığının sembolik bir işareti olarak yorumlanıyor: “Biz hâlâ buradayız.”

4. Belgeler ve Tanıklıklar

1990’larda deşifre edilen CIA belgeleri, Air America’nın Laos’taki uyuşturucu üreticileriyle temasını doğruluyor.

Eski pilot Frederick Forsyth, The Dogs of War kitabında, “Air America’nın kokpitlerinde eroin torbaları gördüm” ifadesini kullanmıştı.

Vietnam gazilerinin anlatımları da benzer şekilde askeri bölgelere uyuşturucu sevkiyatı yapıldığını aktarıyor.

5. Neden Uyuşturucu?

CIA’in uyuşturucu ticaretine dahil olma motivasyonu kara para ihtiyacı ile açıklanabilir. Kongre denetiminden kaçınan örtülü operasyonlar (örneğin, Afgan mücahitlerinin 1980’lerdeki finansmanı) genellikle yasa dışı yollarla finanse edildi. Air America da benzer bir araç olabilir.

Sonuç: Tarih Tekerrür mü Ediyor?

Air America’nın mirası modern dönemdeki örtülü operasyonlarda yaşıyor. Örneğin 2000’lerde Afganistan’da opium üretiminin artışı ile CIA’in yerel iş birlikçileri arasındaki ilişki, bu modelin devam ettiğine işaret ediyor. William Colby’nin anıtı ise “tarihin kazananlar tarafından yazıldığı” gerçeğini hatırlatıyor.

Bu argümanlar, Air America’nın sadece bir “komplo teorisi” olmadığını, Soğuk Savaş’ın kara kutularından biri olduğunu gösteriyor.

14 Aralık 2024 Cumartesi

AIDS: Tasarlanmış Bir Biyolojik Silahın Ortaya Çıkışı

 


AIDS doğal bir hastalık değildir—bu, hesaplanmış ve sinsice planlanmış bir biyolojik silah programının sonucudur. Kanıtlar açık, bağlantılar inkâr edilemez ve sonuçlar yıkıcıdır.

1969 yılında ABD Savunma Bakanlığı’ndan Dr. Donald MacArthur, Kongre’de bağışıklık savunmalarına dirençli bir mikroorganizma geliştirme planını açıkladı. Bu ürpertici teklif finanse edildi ve on yıl içinde AIDS’in ilk vakaları tam da tarif edildiği şekilde Afrika’da ortaya çıktı.

1978 yılına gelindiğinde plan, sağlık deneyleri kılıfı altında ilerledi. New York’ta 1.000’den fazla eşcinsel erkek CDC ve NIH gözetiminde "deneysel" bir hepatit B aşısı aldı. Bir yıl içinde bu deneklerde AIDS virüsü tespit edildi. 1985 yılına gelindiğinde bunların %64’ü hastalıktan ölmüştü. Bu bir tesadüf değildi—bu, biyolojik bir silahın gizlice kullanılmasıydı.

Bu programın merkezi, bir zamanlar ABD Ordusu’nun biyolojik savaş araştırmaları merkezi olan Maryland, Fort Detrick’ti. Burada HIV, hayvan virüslerinin ölümcül bir hibritine dönüştürülerek titizlikle tasarlandı. Zamanlama, yer ve virüsün hızlı küresel yayılımı, hepsi bu laboratuvara işaret ediyor.

AIDS başlangıçta iki spesifik grubu hedef aldı: siyah Afrikalılar ve ABD’deki eşcinsel erkekler. Bu seçici hedefleme tesadüf değildi. Kamuoyunun dikkatini en aza indirmek için marjinalize edilmiş topluluklar üzerinde bu silahı test etmek amacıyla yapılan kasıtlı bir girişimdi.

Sonrasında gelen küresel salgın istenmeyen bir yan etki değil, insanlığı hedef almış bir biyolojik silahın hesaplanmış sonuçlarıydı. Resmi söylemler sadece gerçeği gizlemek ve sorumluları korumak için tasarlanmış bir perdeleme taktiğidir.

AIDS doğanın bir gizemi değil; insan eliyle yaratılmış bir felakettir. Program korkunç hedeflerine ulaşmış, milyonlarca ölüyü ve adalet arayan cevaplanmamış soruları geride bırakmıştır.


28 Eylül 2024 Cumartesi

Agent Orange: ABD’nin Vietnam’daki Zehirli Mirası


Agent Orange, Vietnam Savaşı sırasında ABD ordusu tarafından ağaçları ve ekinleri yok etmek için kullanılan zehirli bir kimyasaldı. Amaç, düşman kuvvetlerinin saklanmasını ve yiyecek bulmasını zorlaştırmaktı. Bu kimyasal, TCDD adı verilen zararlı bir toksin içeriyordu ve kansere, doğum kusurlarına ve diğer ciddi hastalıklara neden oluyordu.

Tehlikeleri hakkında erken uyarılar yapılmasına rağmen ABD hükümeti uzun yıllar boyunca Agent Orange ile sağlık sorunları arasında bir bağlantı olduğunu reddetti. Bu durum hükümetin gerçeği örtbas ederek sorumluluktan kaçmaya ve mağdurlara tazminat ödemekten kaçınmaya çalıştığı şüphelerini doğurdu.

ABD Gazi İşleri Bakanlığı, 2003 yılında Agent Orange'ın bazı gazilerde Kronik Lenfositik Lösemiye (KLL) neden olduğunu kabul etti ve bu gazilerin tazminat almasının önünü açtı. Ancak birçok kişi bu itirafın çok geç geldiğini çünkü binlerce insanın bu hastalıktan dolayı çoktan hayatını kaybettiğini düşünüyor. Bazı teoriler hükümetin bu gerçeği kasıtlı olarak geciktirdiğini ve bunun yasal ve mali sonuçlardan kaçınmak için yapıldığını iddia ediyor.

Sonuç olarak Agent Orange'ın kullanımı ve etkileri hem doğaya hem de insan sağlığına verdiği kalıcı zararlarla hafızalara kazındı. Bu durum günümüzde bazı ilaçların yan etkilerinin de gizlenip gizlenmediği sorusunu akla getiriyor. Acaba bugün de benzer şekilde insan sağlığını tehdit eden maddeler kamuoyundan saklanıyor olabilir mi? Bu soru geçmişin karanlık sayfalarından çıkarılan derslerle her zamankinden daha güncel hale geliyor.

22 Eylül 2024 Pazar

Afyon ve Savaş: Afganistan'ın Gizli Tarihi




Afganistan antik çağlardan beri fetihlerin merkezi olmuştur, ancak asıl gizli gücü afyondur. Halk, Büyük İskender, Cengiz Han ve İngiltere’nin Rusya’ya karşı oynadığı savaş hikayeleriyle oyalansa da asıl savaş afyon ticaretinin kontrolü içindi.

Soğuk Savaş dönemine gelindiğinde, Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgal etme amacı yalnızca komünizmi yaymak değil, aynı zamanda dünyanın en büyük eroin kaynağını kontrol etmekti. ABD, Sovyet kuvvetlerine karşı yardım bahanesiyle mücahitlere milyarlarca dolar akıttı. Ancak CIA gerçekten isyancılara mı yardım ediyordu, yoksa büyüyen eroin endüstrisinde bir yer mi ediniyordu? Mücahitlerin sadece CIA tarafından eğitilmekle kalmadığı, aynı zamanda afyondan elde edilen kârlarla finanse edildiği iddiaları var.

Sovyetlerin çekilmesinden sonra kim devreye girdi? Taliban, ki şaşırtıcı bir şekilde neredeyse afyon üretimini tamamen ortadan kaldırdı. Ancak 11 Eylül olayının ardından ABD Afganistan'ı işgal etti ve afyon üretimi yeniden fırladı. 2002 yılına gelindiğinde Afganistan, dünya eroininin %75'ini tedarik ediyordu. Tesadüf mü? Yoksa Afganistan Savaşı (2001-2021), Batı'nın kârlı uyuşturucu ticaretini yeniden ele geçirmesi için kullanılan bir paravan mıydı?

ABD hükümeti Afganistan Savaşı'nın hedeflerinden birinin uyuşturucuyla mücadele olduğunu açıkladığı halde harekatın başlamasıyla birlikte eroin üretiminin artması dikkat çekici. Ayrıca CIA'nın Vietnam'da yerli liderle eroin kaçakçılığı yaptığı iddialarıyla benzerlikler göz ardı edilemez.

Afganistan teröre karşı savaşta sadece bir piyon mu, yoksa dünya uyuşturucu ticaretinde gizli güçler tarafından kontrol edilen önemli bir oyuncu muydu?

Hristiyanlık Sonradan İcat Edilmiş Bir Din Mi?

  Giriş Hristiyanlık, günümüzde yaklaşık 2.4 milyar inananıyla dünyanın en yaygın dinlerinden biridir. Ancak bu dinin tarihsel kökenleri ne...